
Son zamanlarda bir çok hollywood filmi izliyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse hiç pişman olmadım. Dünyanın en güzel filmlerinin %90'ı buradan çıkıyor; tabi dünyanın en kötü filmlerinin %90'ı da... Kısacası seçimleri iyi yapmak lazım, ideolojik olmanın manası yok. Bu filmler arasında çok hoş olan (mesela Brad Pitt'in güneyli aksanı ve "I need me eight men" deyişi ve elbet Mélanie Laurent'in inanılmaz çekiciliği) ama kanımca Tarantino'nun usta işi olmaktan uzak bir Inglourious Basterds ve aldığı her türlü Oscar'i dibine kadar hakettiğini düşündüğüm bir The Departed vardı.
Ancak bugün bahsetmek film çok daha eski bir hollywood olayı. Mickey Rourke'un bir efsane olduğu, 9 1/2 haftalarda kadınların yüreğini hoplattığı, anamın beni doğurduğu zamanlar. Delirip boksör olcam ben diyerek kariyerini ve suratını piç etmeden yaklaşık 10 yıl önce.


Filmin Francis Ford Coppola'nın az bilinen bir eseri olduğunu söylemeden geçmeyeyim. Sorunun Coppola'nin her filminin Baba serisinin gölgesinde kalması olduğu söylenebilir. Bu arada bu yaşlı yönetmenin bir hayattan zevk alma manyağı olduğunu ve kendi şaraplarını ürettiğini de bilmeyenler olabilir. Francis Coppola'nın benim gibi bir doktora öğrencisinin günlük olarak içemediği kalburüstü şarapları vardır.